29 Aralık 2015 Salı

Kırmızı Güllerin Içindeki Çıplak Kadın







Uzun bir süredir bir şeyler paylaşmadım. Kimi zaman yazacak bir şeyim yoktu, çoğu zaman ise yazacaklarımdan korktum. Çünkü düşüncelerim öyle derinlerdi ki, dibini görmek imkansız bir hal almaya başladı. İçimdeki, o benimle konuşan sesten korktum, çünkü yüzüme tokat gibi çarpıyorlardı. Cümleye nasıl başlayacağımı düşünmeyi bırakın, düşüncelerimin yoğunluğundan yemek yemeği, uyumayı hatta tat almayı unutur oldum. Hayatımdaki zar zor oluşturduğum renklerin yavaşça soluşunu izledim adeta.
Kelimeler yetersiz kaldı, bir acım vardı evet! Onu iliklerime kadar hissediyordum ama nasıl bir acı olduğunu bilemiyordum, göremiyordum. Kendimi, çevremi, yaşadığım olayları, yaşadığım iyi kötü geçmişimi ve artık tahmin edilemez geleceğimi harfiyen öngöremez oldum. Benim için geceler gündüz, gündüzler gece oldu. Bir anda ölümü de, aşkı da, sevgiyi de, şefkati de ve daha nice duyguları da gördüm. Kendi benliğimi unuttuğumu fark ettim. Yıpratıldım ve yıpratıldığım kadar da yıprattım. Yeri geldi gülmekten ağladım, yeri geldi göğsümdeki bitmek bilmeyen bir sancı için usulca ve kimseye belli etmeden sessizce ağladım. Yorulduğum kadar da yordum bütün insanlığı, bu yüzden bu yazının bloğumdaki son yazı olmasına karar verdim. Balon balon olan dünyalarımın sonu geliyor ne yazık ki. Bloğumu kapatmayacağım ama bir daha da elimi sürmeyeceğime yemin ediyorum.

Öncelikle neden böyle bir başlık seçtim, ilk onu açıklamak isterim. Kırmızı güllerin içinde yatan çıplak kadın film afişlerini mutlaka görmüşsünüzdür. Gözümüze kusursuz görünürler. O çıplaklığın verdiği özgüveni, seksapelitelliğin vermiş olduğu o mayhoşluk ve en önemlisi dünyanın sanki tek gerçek kadınıymış gibi görünmeleri bizi cazip kılar. Ama o bir elmanın görünen yüzüdür. Elmayı ikiye böldüğünüz zaman içinin çürük olduğunu ve o elmanın kırmızı renginin can alıcılığının kaybolduğunu görürsünüz. Artık o sizin için çürük bir elmadır. Yemeği bırakın, o elmayı görmek dahi istemezsiniz. İşte o çürük elmalar o kırmızı güllerin içindeki çıplak kadınlardır. Onlar, etinin güllerin dikenine saplanan, yalnız ve o içindeki çürüğü gizlemeye çalışan kadınlardır. Her daim mükemmel görünmeye çalışmaları ise içlerindeki o yakan hissiyatı gizlemeleri için takılmış bir maskedir sadece. En tepede olan insanların, en güzel ve en yakışıklı insanların aslında diğer geri kalan insanlara göre daha yalnız olmaları gibi.
Kimse göründüğü gibi değildir, yıllardır değişmeyen ve tek tutanağımız olan maskelerin devrinde yaşamaktayız. Bu maskeleri ne kadar güzelleştirirsek o kadar zirveye çıkıyoruz ama o maskelerimiz çıktığında o görmek dahi istemeyeceğimiz elmanın çürük tarafıyla karşılaşıyoruz. Gecemizi belki altüst ediyor, belki de o maskeye daha çok sarılıyor hale geliyoruz. Herkes hata yapar, herkes uyur, herkes işe geç kalır, herkes sevişir, herkes ağlar ama o maskeye bunu yediremiyoruz işte. Aslında tek istediğimiz o güllerin içindeki çıplak kadın olmak ama gel gör ki ya o görünüme hiçbir zaman ulaşamadan bu dünyadan göç ediyoruz ya da sözde şanslı olarak ulaşan insanlar ise sessizce gece yağan yağmurda erimeyi diliyoruz.  
Biz Adem ile Havva'nın torunları olarak, her daim aç bir domuz gibi yaşamaya devam edeceğiz. Her daim paragöz, seksomanyak, bencil, hırslarından köpeğe dönmüş insanlar olarak yaşayacağız. Seven s.kilecek, s.ken sevilecek bir o kadar da herkes benim yanımda desek de aslında her geçen gün iliklerimize kadar işleyecek olan yalnızlığı hissedeceğiz. En altta olmanın vermiş olduğu eziklik olsun, en üstteki yaşanılan yalnızlık olsun fark etmez. Hepimiz bir gün toprakta vitamin olmaya, yapılan günahların cezasını çekmeye 7 kat aşağıya ineceğiz. Her saniye umudunu kaybedip büyümek zorunda bırakılan çocukların var olduğu bir dünyada, her ne kadar para da para desek de yine de sevgiyi ve huzuru arayacağız ömrümüzün son anına dek...
Güllerin o kusursuz kadına saplandığını hiç bize göstermediler. Kadrajı azıcık oynattığımızda göreceğimiz görüntü aslında çok farklı olurdu. Güllerin kırmızılığını o çıplak kadının kendi kanlarıyla vermesini görürdük, o zaman, o kadın bizim için artık kusursuz olmazdı. Elmanın dışı çürük, içi temiz olsaydı aslında belki de o kadını o afişte görmezdik ama aklını kullanabilseydi ve dışı çürük olan yerden sadece kesseydi, yenilebilecek bir hale gelecekti. Elmanın içine baktığımız zaman midemiz bulanmayacaktı. İşte o zaman onu yemek bizim için keyifli hatta iştah açıcı bir hal almaya başlayacaktı. Ama biz insanoğlu olarak her zaman içimizi çürütüp dışarıdan elmayı parlatmayı seçtik ve seçeceğiz. Kendi iğrençliğimiz içinde ise boğulup gideceğiz, kimse yardım edemeyecek. Pişmanlıklarla, keşkelerle ve lanet okuyarak bir ömrü tamamlayacağız. Bir gözümüz ölümsüzlüğü, gönlümüz ise keşkelerin telafisini arayarak göçüp gideceğiz bu dünyadan.
Bu blog sayfasını açma nedenim kendi düşüncelerimden, keşkelerimden ve okuduğum lanetlerden biraz olsun arınmaktı. Çünkü dünyanın adil olmadığını bende herkes gibi çocuk yaşta öğrendim. Ölümsüz olmak istedim hep, çünkü ölümden korktum. Canımın acımasından değil, bir daha hayatımı yaşayamamaktan, iyi veya kötü bir karar verememekten, hissedememekten korktum.  Sonrasında fark ettiğim şey birilerinin beni anmaya bıraktıktan, herkes beni unuttuktan sonra gerçekten dünyada var olmayacağımı anlamam oldu. Sizi hatırlayan son insan öldüğünde, onunla birlikte sizde ölürsünüz. Bunu anladığım zaman bu bloğu açtım, kimse hayatın hilelerini vermezken ben keşfedebildiğim hilelerin hepsini yazdım. Çünkü elbet günün birinde anılacağımı biliyorum.
Aslında herkes kendi hayatı açısından kırmızı güllerin içindeki çıplak kadın olmuş durumda, ama benim acılarımdan beslenen güllerim daha güzel diye sadece sidik yarıştırır gibi kendi oluşturduğumuz çıplak kadınlarımızı kapıştırıyoruz. Neredeyse her blog sayfamda bir tavsiyede bulundum, öğüt verdim. Ama insanlığa kırıldım, çünkü ne dersem diyeyim yine ak aklığını korudu kara da karalığını...  Hayatımızdaki o renkleri biraz daha bulabilmek adına daha büyük bir hedef koyduk, o büyük hedeflerin de renklerinin hiç solmayacağını düşündük sadece.
Aslında geçmişteki renkleri canlı tutabilseydik, hedefleri büyütmeden en küçük hedefi bile sevebilseydik ve hatırlasaydık dünyamız rengârenk olabilirdi. Ama bunu yapmak yerine sadece siyahı daha da güzel göstermeye çalıştık.
Bu kadar gevelememin sebebi herkes gibi benim de bir kırmızı güllerin içindeki çıplak kadın oluşumdur ve bloğumu kapatıp, insanlığa karşı ağzımı mühürleyip artık sadece topluluğun arasına karışmak istememdir. Yeri geldi bloğumdaki yazılar için ağır eleştirilere maruz kaldım, yeri geldi hiç tanımadığım insanlardan teşekkür mesajları aldım. O yüzden şu yazdığım satırları okuyan sevgili okuyucular, size teşekkür etmek istiyorum. İyi-kötü olmadı nötr de dahi olsa beni her daim dinlediniz, çok saçma şeyler dedim zaman zaman yine de çok ağır bir eleştiride bulunmadınız, ki kaldı ben kendimi her geçmişte yazdığım şey için yerden yere vururken...  Sonlardan hoşlanmam aslında, filmin sonlarından, ayrılıklardan veya vedalardan. Bu yüzden asla son diyeceğim sözümü bilemem. Ama bildiğim tek bir şey varsa o da blog yazımı her zamanki gibi sonlandırmak istediğimdir.
"Yaşadığınız sürece yaptığınız günahların, sevinçlerin ve anıların değerini bilin, sağlıcakla kalın…"


Teşekkürler, Hoşçakalın.