Uzun bir süredir bir şeyler paylaşmadım. Kimi
zaman yazacak bir şeyim yoktu, çoğu zaman ise yazacaklarımdan korktum. Çünkü
düşüncelerim öyle derinlerdi ki, dibini görmek imkansız bir hal almaya başladı.
İçimdeki, o benimle konuşan sesten korktum, çünkü yüzüme tokat gibi
çarpıyorlardı. Cümleye nasıl başlayacağımı düşünmeyi bırakın, düşüncelerimin
yoğunluğundan yemek yemeği, uyumayı hatta tat almayı unutur oldum. Hayatımdaki
zar zor oluşturduğum renklerin yavaşça soluşunu izledim adeta.
Kelimeler yetersiz kaldı, bir acım vardı evet!
Onu iliklerime kadar hissediyordum ama nasıl bir acı olduğunu bilemiyordum,
göremiyordum. Kendimi, çevremi, yaşadığım olayları, yaşadığım iyi kötü
geçmişimi ve artık tahmin edilemez geleceğimi harfiyen öngöremez oldum. Benim
için geceler gündüz, gündüzler gece oldu. Bir anda ölümü de, aşkı da, sevgiyi
de, şefkati de ve daha nice duyguları da gördüm. Kendi benliğimi unuttuğumu
fark ettim. Yıpratıldım ve yıpratıldığım kadar da yıprattım. Yeri geldi
gülmekten ağladım, yeri geldi göğsümdeki bitmek bilmeyen bir sancı için usulca
ve kimseye belli etmeden sessizce ağladım. Yorulduğum kadar da yordum bütün
insanlığı, bu yüzden bu yazının bloğumdaki son yazı olmasına karar verdim.
Balon balon olan dünyalarımın sonu geliyor ne yazık ki. Bloğumu kapatmayacağım
ama bir daha da elimi sürmeyeceğime yemin ediyorum.
Öncelikle neden böyle bir başlık seçtim, ilk onu
açıklamak isterim. Kırmızı güllerin içinde yatan çıplak kadın film afişlerini
mutlaka görmüşsünüzdür. Gözümüze kusursuz görünürler. O çıplaklığın verdiği
özgüveni, seksapelitelliğin vermiş olduğu o mayhoşluk ve en önemlisi dünyanın
sanki tek gerçek kadınıymış gibi görünmeleri bizi cazip kılar. Ama o bir
elmanın görünen yüzüdür. Elmayı ikiye böldüğünüz zaman içinin çürük olduğunu ve
o elmanın kırmızı renginin can alıcılığının kaybolduğunu görürsünüz. Artık o
sizin için çürük bir elmadır. Yemeği bırakın, o elmayı görmek dahi
istemezsiniz. İşte o çürük elmalar o kırmızı güllerin içindeki çıplak
kadınlardır. Onlar, etinin güllerin dikenine saplanan, yalnız ve o içindeki
çürüğü gizlemeye çalışan kadınlardır. Her daim mükemmel görünmeye çalışmaları
ise içlerindeki o yakan hissiyatı gizlemeleri için takılmış bir maskedir
sadece. En tepede olan insanların, en güzel ve en yakışıklı insanların aslında
diğer geri kalan insanlara göre daha yalnız olmaları gibi.
Kimse göründüğü gibi değildir, yıllardır
değişmeyen ve tek tutanağımız olan maskelerin devrinde yaşamaktayız. Bu
maskeleri ne kadar güzelleştirirsek o kadar zirveye çıkıyoruz ama o
maskelerimiz çıktığında o görmek dahi istemeyeceğimiz elmanın çürük tarafıyla
karşılaşıyoruz. Gecemizi belki altüst ediyor, belki de o maskeye daha çok
sarılıyor hale geliyoruz. Herkes hata yapar, herkes uyur, herkes işe geç kalır,
herkes sevişir, herkes ağlar ama o maskeye bunu yediremiyoruz işte. Aslında tek
istediğimiz o güllerin içindeki çıplak kadın olmak ama gel gör ki ya o görünüme
hiçbir zaman ulaşamadan bu dünyadan göç ediyoruz ya da sözde şanslı olarak
ulaşan insanlar ise sessizce gece yağan yağmurda erimeyi diliyoruz.
Biz Adem ile Havva'nın torunları olarak, her daim
aç bir domuz gibi yaşamaya devam edeceğiz. Her daim paragöz, seksomanyak,
bencil, hırslarından köpeğe dönmüş insanlar olarak yaşayacağız. Seven
s.kilecek, s.ken sevilecek bir o kadar da herkes benim yanımda desek de aslında
her geçen gün iliklerimize kadar işleyecek olan yalnızlığı hissedeceğiz. En
altta olmanın vermiş olduğu eziklik olsun, en üstteki yaşanılan yalnızlık olsun
fark etmez. Hepimiz bir gün toprakta vitamin olmaya, yapılan günahların
cezasını çekmeye 7 kat aşağıya ineceğiz. Her saniye umudunu kaybedip büyümek
zorunda bırakılan çocukların var olduğu bir dünyada, her ne kadar para da para
desek de yine de sevgiyi ve huzuru arayacağız ömrümüzün son anına dek...
Güllerin o kusursuz kadına saplandığını hiç bize
göstermediler. Kadrajı azıcık oynattığımızda göreceğimiz görüntü aslında çok
farklı olurdu. Güllerin kırmızılığını o çıplak kadının kendi kanlarıyla
vermesini görürdük, o zaman, o kadın bizim için artık kusursuz olmazdı. Elmanın
dışı çürük, içi temiz olsaydı aslında belki de o kadını o afişte görmezdik ama
aklını kullanabilseydi ve dışı çürük olan yerden sadece kesseydi, yenilebilecek
bir hale gelecekti. Elmanın içine baktığımız zaman midemiz bulanmayacaktı. İşte
o zaman onu yemek bizim için keyifli hatta iştah açıcı bir hal almaya
başlayacaktı. Ama biz insanoğlu olarak her zaman içimizi çürütüp dışarıdan
elmayı parlatmayı seçtik ve seçeceğiz. Kendi iğrençliğimiz içinde ise boğulup
gideceğiz, kimse yardım edemeyecek. Pişmanlıklarla, keşkelerle ve lanet
okuyarak bir ömrü tamamlayacağız. Bir gözümüz ölümsüzlüğü, gönlümüz ise
keşkelerin telafisini arayarak göçüp gideceğiz bu dünyadan.
Bu blog sayfasını açma nedenim kendi
düşüncelerimden, keşkelerimden ve okuduğum lanetlerden biraz olsun arınmaktı.
Çünkü dünyanın adil olmadığını bende herkes gibi çocuk yaşta öğrendim. Ölümsüz
olmak istedim hep, çünkü ölümden korktum. Canımın acımasından değil, bir daha
hayatımı yaşayamamaktan, iyi veya kötü bir karar verememekten, hissedememekten
korktum. Sonrasında fark ettiğim şey birilerinin beni anmaya bıraktıktan,
herkes beni unuttuktan sonra gerçekten dünyada var olmayacağımı anlamam oldu.
Sizi hatırlayan son insan öldüğünde, onunla birlikte sizde ölürsünüz. Bunu
anladığım zaman bu bloğu açtım, kimse hayatın hilelerini vermezken ben
keşfedebildiğim hilelerin hepsini yazdım. Çünkü elbet günün birinde anılacağımı
biliyorum.
Aslında herkes kendi hayatı açısından kırmızı
güllerin içindeki çıplak kadın olmuş durumda, ama benim acılarımdan beslenen
güllerim daha güzel diye sadece sidik yarıştırır gibi kendi oluşturduğumuz
çıplak kadınlarımızı kapıştırıyoruz. Neredeyse her blog sayfamda bir tavsiyede
bulundum, öğüt verdim. Ama insanlığa kırıldım, çünkü ne dersem diyeyim yine ak
aklığını korudu kara da karalığını... Hayatımızdaki o renkleri biraz daha
bulabilmek adına daha büyük bir hedef koyduk, o büyük hedeflerin de renklerinin
hiç solmayacağını düşündük sadece.
Aslında geçmişteki renkleri canlı tutabilseydik, hedefleri büyütmeden en küçük hedefi bile sevebilseydik ve hatırlasaydık dünyamız rengârenk olabilirdi. Ama bunu yapmak yerine sadece siyahı daha da güzel göstermeye çalıştık.
Aslında geçmişteki renkleri canlı tutabilseydik, hedefleri büyütmeden en küçük hedefi bile sevebilseydik ve hatırlasaydık dünyamız rengârenk olabilirdi. Ama bunu yapmak yerine sadece siyahı daha da güzel göstermeye çalıştık.
Bu kadar gevelememin sebebi herkes gibi benim de
bir kırmızı güllerin içindeki çıplak kadın oluşumdur ve bloğumu kapatıp,
insanlığa karşı ağzımı mühürleyip artık sadece topluluğun arasına karışmak
istememdir. Yeri geldi bloğumdaki yazılar için ağır eleştirilere maruz kaldım,
yeri geldi hiç tanımadığım insanlardan teşekkür mesajları aldım. O yüzden şu
yazdığım satırları okuyan sevgili okuyucular, size teşekkür etmek istiyorum.
İyi-kötü olmadı nötr de dahi olsa beni her daim dinlediniz, çok saçma şeyler
dedim zaman zaman yine de çok ağır bir eleştiride bulunmadınız, ki kaldı ben
kendimi her geçmişte yazdığım şey için yerden yere vururken... Sonlardan
hoşlanmam aslında, filmin sonlarından, ayrılıklardan veya vedalardan. Bu yüzden
asla son diyeceğim sözümü bilemem. Ama bildiğim tek bir şey varsa o da blog yazımı her zamanki gibi sonlandırmak istediğimdir.
"Yaşadığınız sürece yaptığınız günahların,
sevinçlerin ve anıların değerini bilin, sağlıcakla kalın…"
Teşekkürler, Hoşçakalın.