28 Temmuz 2012 Cumartesi

Hayat Ve Hayatın Terimleri



Hayat… Söylemesi ve okuması çok kısa ama anlamı çok uzun ve neredeyse sonsuza kadar anlamakla geçirebileceğimiz bir kelime.

Uzun zamandır yazmadım, aslında çok istedim ama hayat izin vermedi, hep işler güçler çıktı karşıma. Bolca düşünecek zamanım oldu ama hatta düşünmekten uyuyamadığım geceler, yeri geldi mi Tanrı ile kavga ettiğim veya beni bağışlaması için dua ettiğim geceler oldu. Bazı gündüzlerim gecelerimden beter, bazıları ise yeni bir umut oldu. Kimi insanlar artık yazmamam gerektiğini söylediler bana. Onlara da çok kırıldım çünkü sadece gerçekleri yazıyorum diye belki de duymak istemediler. “Saf Ceren ”in böyle düşüneceğini belki de hiç düşünememişlerdi. Belki de hayata dair bir fikrinin olduğunu veya “OT” gibi yaşamadığının tek göstergesi olan bu kanıtı yok etmek istemişte olabilirlerdi, her neyse nedense aklıma hep Trainspotting adlı filmin bir repliği gelir;

“Hayatı seçin. İş bulun. İşinizde ilerleyin. Aile kurun. Büyük ekran bir televizyon alın. Çamaşır makinesi, araba, cd player, elektrikli konserve açacağı alın. Sağlığınıza dikkat edin. Kolesterolünüzü düşük tutun ve kendinize diş sigortası yaptırın. İpotekle ev alın. İyi bir ev için çalışın. Arkadaşlarınızı seçin. Hobileriniz için ayrı giysiler ve uyumlu çanta kullanın. Doğru dürüst bir çatısı olan, üç odalı pahalı bir daire kiralayın. D.I.Y’e gidin ve Pazar sabahı orada ne işiniz olduğunu düşünün. Kanepenizde oturun, televizyonun beyninizi yıkamasına izin verin, ruhunuzu o salak yarışmalara satın ve bir şeyler tıkının. Tüm bunları yaptıktan sonra intihar edin. Sırf neslinizi devam ettirebilmek için… Ürettiğiniz o sersem bebelerin ortalığa işemesini izleyin. Geleceğinizi seçin. Hayatı seçin. Ama neden böyle bir şey yapayım ki? Ben hayatı seçmemeyi seçtim. Ben başka bir şey seçtim. Neden mi? Hiçbir nedeni yok. Kim eroin bulabildiği sürece nedenleri düşünür ki? (Mark “Rentboy” Renton)”

Hayatta bazı şeyler karşımıza “süüüüürpriz” diyerek çıkabilir. Ve bundan hiç birimiz hoşlanmayız. Aslında ben hayatı anı anına yaşarım desek de. Carpe Diem desek de, yine de planlı programlı bir yaşamımız vardır. Ve ben bu olaydan hiç hoşlanmam. Hoşlanmadığım şey plan, program değildir, hayatınıza sizin gibi düşünmeyen insanların yaptığı muamele benim hiç hoşuma gitmez. Sizi anlamayan, sizi tanımayan birinin hayatınıza burnunu sokması çok üzücü bir olaydır. Yeri geldi mi o insanlara saygıdan kusur etmez, yeri geldi mi de söylenirsiniz. O insanlar arkadaşlarınız, akrabanız, hatta anneniz veya babanız hatta ve hatta sizi gerçekten hiç görmemiş biri bile olabilir.  Ve bu da size dokunabilir, hatta öyle dokunur ki bu size çok kötü koyar. Kalbinize bir hançerden fazlası saplanmıştır artık, çünkü özgürlüğünüzün yok oluşunu kendi ellerinizle o sizi tanımayan yabancıya teslim etmişsinizdir. Ve benimde hayatım böyle ama kabul edelim;

“Kimin öyle değil ki?”

Herkes ya annesinin, babasının, arkadaşının, sevgilisinin, kocasının/karısının hatta ve hatta belki de ananesinin baskıları yüzünden özgürlükleri ellerinden alınıyor. Özgürce yaşayamıyorlar, düşünemiyorlar. Bu yüzden gülmek için bile en az 3 saniye düşünmemiz bile gerekiyor…

"Bilmiş bir kadının bilinmeyen hikâyesi." diye bir kelime buldum kendi hikâyemle, kendi hayatımla ilgili. Ama anlamını hiç çözememiştim ki şuan ki günümüze kadar… Artık anlamını, bana getirdiği şeyleri biliyorum ve açıkça söylemek gerekirse bu beni önemsiz hissettirdi. Çünkü deyip yazmaya başlamak isterdim ama bunu yapmak istemiyorum.

(işte hayat da böyledir, gösterir ama vermez.)

….

Hayal gücüne değinmek isterdim aslında. Çünkü çok önceleri çok fazla hayal kurardım, geleceğimi, eşimi, evimi, hayatımı, nasıl rahat nefes aldığımı… Ama artık sanırım yaş büyünce bu tarz arzulardan ve isteklerden çok uzaklaşıyorsun. Gülmek için Youtube’dan yavru kedi videoları izliyorsun, ya da hiç olmadığın biriymiş gibi davranıyorsun. Ve bu olmadığın biriymiş gibi davranmak her zaman o içindeki sesi de acıtıyor. Ama hayatta bir yer edinebilmek için, umutlarını veya hayallerini bir kenara itiyorsun. Artık o eski hayal ettiğin şeylerin yerine nasıl para kazanabileceğin, nasıl hayatta biraz daha nefes alabileceğin aklına geliyor. Sanırım beni en çok yıkanda bu oldu. Çünkü benim hayallerim o kadar farklı ki!

Belki ben bir Talk Show sunmak istiyor olabilirim. Güldürmeyi, eğlendirmeyi, senaryolara bağlı kalmadan yapmak istiyorumdur belki de. Her zamanki gibi doğal olup, beni izleyen müşterilerime yalan söylemek istemiyorumdur belki de, olamaz mı?

Veya bir sırt çantası ile dünya turu yapmak, dünyanın her gizli saklı köşesini, her yemeğin tadını, her müziğin ritmini, her insanın kültürünü, her insanın yaşadığı hayatı görmek istiyorum. Ve ahh tabi birde bol bol o gördüklerimin resmini çekmek, belki birkaç kitap yazmak. Düşünmek veya hiç düşünmeden gözlerimi kapayabilmek istiyorum. Sadece nefes alışımı ve kalbimin atışını duyarak…

Sevmek ve sevdiğim kadarda sevilmek istiyorum belki de. Küçükken parmaklarımı nasıl duvarda yürütüyorsam, onun gibi saf bir sevgi görmek istiyorum. Art niyetsiz, dedikodusuz, pamuk şeker almaya giderken birbirlerini gören iki minik çocuğun aşkı gibi; fazla temiz...

Artık oksijen olan bir havada sanki suyun içindeymişim gibi boğulmak istemiyorum. Ama bu kelimeyi bile yazarken fark ettiğim nokta şu; bence fazlasıyla bencilce davrandım. Çünkü bu isteklerimi tek ben değil, bütün dünya istiyor. Herkes bir koşuşturmanın, istemediği hatta ve hatta her 3 adım ileri adım attıktan sonra 2 adım geri gittiğimiz bir maceranın peşinden zorla koşturuluyoruz. Ne diyebilirim ki, hayat…


Hayatımda çok farklı insanlar tanıdım… Salağını, mazoşistini, sadistini, uyuşturucuya meraklı olanı, pişman olanı, seveni, hayattan nefret edeni, duygusal takılanı, kütük olanı tanıdım. Ama en kötüsü popülerlik için kendi benliğini satan insanlar görmüş olmam. Sadece biriyle alay ederek popüler olabileceğini zanneden, club club takılınca kendini bir şey zanneden, artist ve seksi pozlarla bir yere gelebileceğini zanneden insanlardan bahsediyorum. Dediğim gibi belki de içlerinden en kötüsü bu gruptu. Çünkü onlar duygunun ne demek olduğunu unutmuş, sevmenin, hissetmenin, gülmenin, ağlamanın ne bileyim geğirdikten sonraki o rahatlamayı ve kendine gülme hissini unutmuş ve sadece bunları çok iyi biliyormuş gibi rol oynamaya başlamışlar. Hep merak etmişimdir; bu insanlar gerçekte nasıl insanlar diye… Hele o insanların “Ferrari’ye binerken otobüse binenleri gördüğümde ağlıyorum.” Demesi ayrı bir saçmalık! O yüzden herkese insan olarak davrandığım pek söylenemez. Kimisine aileden bile olsa hak ettiği için kötü, kimisine de belki de bir yabancıya sadece hak ettiği için gerçekten iyi davranıyorum. Buradaki iyi ve kötü davranışlar onların hayatlarındaki yaptığı şeyler değil, bana karşı yaptıkları şeyler…


Delileri severim, fazlasıyla severim hem de. Çünkü hayatta bir tek onlar farklıdır, bir tek gerçekten onlar saftır. Artık günümüz çocuklarının bile saflık dönemi bitmiş, Barbie’lerle Ken’leri öpüştüren ve seviştiren kızlar, ellerinde silahlarla dünyanın en büyük terörist olduğuna inanan çocuklar varken artık çocuklara saf diyemeyiz. O yüzden bu dünyada saf diyebildiğim bir tek deliler kalıyor. Artık 12 yaşındaki bir çocuğun merakı uyuşturucu ve ya nasıl öpüştüğünü merak etmekse desenize dünyamız kötüleşiyor değil, kötüleşmiş bile. Ya bu hayatta biz körüz, ya da “biz körüz, görmüyoruz.” Yalanlarını çok iyi beceriyoruz. Ne diyebiliriz ki? Hayat, öyle değil mi?

Ben size yanıtı söyleyeyim; Çoooook güzel rol oynamaktayız. Sadece toplum bize “kötü” lakabını takmasın diye yaptığımız rollerin haddi hesabı yok. Sonrada birçok insan sahneye çıkmaya korkar, yahu bırak hayat zaten bir sahne. Ve orada sen rollerini çok iyi oynuyorsun. Sadece yalanlarla, kendini din, örf ve adetler için satmaya, susmaya ve elinde kırbaç olan birini gördüğümüzde herkes gibi eğilmeye devam ediyoruz. Ama biride eğilmek yerine doğrulmuyor ki bu hayatta. Sırf kocasını seviyor diye kızının hayatından vazgeçen bir anne gibi. Bu nasıl anneliktir, bu nasıl bir eğilmedir hala anlam veremiyorum… Ve ben biliyorum ki her ne yaşarsam yaşayayım, her ne olursa olsun 1 Tanrı’nın kulu bile beni yıkamayacak. Çünkü güçlü olmak zorundayız, yoksa boyun eğip daha ne kadar kıça şaplak, göte kırbaç yeriz bilemiyorum. Ve benim gibi az da olsa böyle insanların olduğunu bilmek hoşuma gidiyor, çünkü beni rahatlatıyor. Belki de tikijanlar gün geçtikçe azalır, çocuğunun üzerinde sigara söndüren anneler oğullarından ve ya kızlarından af diler. Ne bileyim belki de insanlar trip yapmak yerine, gurur yapmak yerine artık gerçek düşüncelerini söylerler. Belki hayat daha güzel bir yer olur, ya da bu şuan ki kötü dediğimiz hayatı da arıyor olabiliriz. O yüzden yaşadıklarımızın, anılarımızın kıymetini de iyi bilmemiz gerekir. Ve ben NE DİYEBİLİRİM Kİ? Sadece HAYAT…