Hayat… Söylemesi ve okuması çok kısa ama anlamı çok uzun ve
neredeyse sonsuza kadar anlamakla geçirebileceğimiz bir kelime.
Uzun zamandır yazmadım, aslında çok istedim ama hayat izin
vermedi, hep işler güçler çıktı karşıma. Bolca düşünecek zamanım oldu ama hatta
düşünmekten uyuyamadığım geceler, yeri geldi mi Tanrı ile kavga ettiğim veya
beni bağışlaması için dua ettiğim geceler oldu. Bazı gündüzlerim gecelerimden
beter, bazıları ise yeni bir umut oldu. Kimi insanlar artık yazmamam
gerektiğini söylediler bana. Onlara da çok kırıldım çünkü sadece gerçekleri
yazıyorum diye belki de duymak istemediler. “Saf Ceren ”in böyle düşüneceğini
belki de hiç düşünememişlerdi. Belki de hayata dair bir fikrinin olduğunu veya
“OT” gibi yaşamadığının tek göstergesi olan bu kanıtı yok etmek istemişte
olabilirlerdi, her neyse nedense aklıma hep Trainspotting adlı filmin bir
repliği gelir;
“Hayatı seçin. İş bulun. İşinizde ilerleyin. Aile kurun.
Büyük ekran bir televizyon alın. Çamaşır makinesi, araba, cd player, elektrikli
konserve açacağı alın. Sağlığınıza dikkat edin. Kolesterolünüzü düşük tutun ve
kendinize diş sigortası yaptırın. İpotekle ev alın. İyi bir ev için çalışın.
Arkadaşlarınızı seçin. Hobileriniz için ayrı giysiler ve uyumlu çanta kullanın.
Doğru dürüst bir çatısı olan, üç odalı pahalı bir daire kiralayın. D.I.Y’e
gidin ve Pazar sabahı orada ne işiniz olduğunu düşünün. Kanepenizde oturun,
televizyonun beyninizi yıkamasına izin verin, ruhunuzu o salak yarışmalara
satın ve bir şeyler tıkının. Tüm bunları yaptıktan sonra intihar edin. Sırf
neslinizi devam ettirebilmek için… Ürettiğiniz o sersem bebelerin ortalığa
işemesini izleyin. Geleceğinizi seçin. Hayatı seçin. Ama neden böyle bir şey
yapayım ki? Ben hayatı seçmemeyi seçtim. Ben başka bir şey seçtim. Neden mi?
Hiçbir nedeni yok. Kim eroin bulabildiği sürece nedenleri düşünür ki? (Mark
“Rentboy” Renton)”
Hayatta bazı şeyler karşımıza “süüüüürpriz” diyerek
çıkabilir. Ve bundan hiç birimiz hoşlanmayız. Aslında ben hayatı anı anına
yaşarım desek de. Carpe Diem desek de, yine de planlı programlı bir yaşamımız
vardır. Ve ben bu olaydan hiç hoşlanmam. Hoşlanmadığım şey plan, program
değildir, hayatınıza sizin gibi düşünmeyen insanların yaptığı muamele benim hiç
hoşuma gitmez. Sizi anlamayan, sizi tanımayan birinin hayatınıza burnunu
sokması çok üzücü bir olaydır. Yeri geldi mi o insanlara saygıdan kusur etmez,
yeri geldi mi de söylenirsiniz. O insanlar arkadaşlarınız, akrabanız, hatta
anneniz veya babanız hatta ve hatta sizi gerçekten hiç görmemiş biri bile
olabilir. Ve bu da size dokunabilir,
hatta öyle dokunur ki bu size çok kötü koyar. Kalbinize bir hançerden fazlası
saplanmıştır artık, çünkü özgürlüğünüzün yok oluşunu kendi ellerinizle o sizi
tanımayan yabancıya teslim etmişsinizdir. Ve benimde hayatım böyle ama kabul
edelim;
“Kimin öyle değil ki?”
Herkes ya annesinin, babasının, arkadaşının, sevgilisinin,
kocasının/karısının hatta ve hatta belki de ananesinin baskıları yüzünden
özgürlükleri ellerinden alınıyor. Özgürce yaşayamıyorlar, düşünemiyorlar. Bu
yüzden gülmek için bile en az 3 saniye düşünmemiz bile gerekiyor…
"Bilmiş bir kadının bilinmeyen hikâyesi." diye bir
kelime buldum kendi hikâyemle, kendi hayatımla ilgili. Ama anlamını hiç
çözememiştim ki şuan ki günümüze kadar… Artık anlamını, bana getirdiği şeyleri
biliyorum ve açıkça söylemek gerekirse bu beni önemsiz hissettirdi. Çünkü deyip
yazmaya başlamak isterdim ama bunu yapmak istemiyorum.
(işte hayat da böyledir, gösterir ama vermez.)
….
Hayal gücüne değinmek isterdim aslında. Çünkü çok önceleri
çok fazla hayal kurardım, geleceğimi, eşimi, evimi, hayatımı, nasıl rahat nefes
aldığımı… Ama artık sanırım yaş büyünce bu tarz arzulardan ve isteklerden çok
uzaklaşıyorsun. Gülmek için Youtube’dan yavru kedi videoları izliyorsun, ya da
hiç olmadığın biriymiş gibi davranıyorsun. Ve bu olmadığın biriymiş gibi
davranmak her zaman o içindeki sesi de acıtıyor. Ama hayatta bir yer
edinebilmek için, umutlarını veya hayallerini bir kenara itiyorsun. Artık o
eski hayal ettiğin şeylerin yerine nasıl para kazanabileceğin, nasıl hayatta
biraz daha nefes alabileceğin aklına geliyor. Sanırım beni en çok yıkanda bu
oldu. Çünkü benim hayallerim o kadar farklı ki!
Belki ben bir Talk Show sunmak istiyor olabilirim.
Güldürmeyi, eğlendirmeyi, senaryolara bağlı kalmadan yapmak istiyorumdur belki
de. Her zamanki gibi doğal olup, beni izleyen müşterilerime yalan söylemek
istemiyorumdur belki de, olamaz mı?
Veya bir sırt çantası ile dünya turu yapmak, dünyanın her
gizli saklı köşesini, her yemeğin tadını, her müziğin ritmini, her insanın
kültürünü, her insanın yaşadığı hayatı görmek istiyorum. Ve ahh tabi birde bol
bol o gördüklerimin resmini çekmek, belki birkaç kitap yazmak. Düşünmek veya
hiç düşünmeden gözlerimi kapayabilmek istiyorum. Sadece nefes alışımı ve
kalbimin atışını duyarak…
Sevmek ve sevdiğim kadarda sevilmek istiyorum belki de.
Küçükken parmaklarımı nasıl duvarda yürütüyorsam, onun gibi saf bir sevgi
görmek istiyorum. Art niyetsiz, dedikodusuz, pamuk şeker almaya giderken
birbirlerini gören iki minik çocuğun aşkı gibi; fazla temiz...
Artık oksijen olan bir havada sanki suyun içindeymişim gibi
boğulmak istemiyorum. Ama bu kelimeyi bile yazarken fark ettiğim nokta şu;
bence fazlasıyla bencilce davrandım. Çünkü bu isteklerimi tek ben değil, bütün
dünya istiyor. Herkes bir koşuşturmanın, istemediği hatta ve hatta her 3 adım
ileri adım attıktan sonra 2 adım geri gittiğimiz bir maceranın peşinden zorla
koşturuluyoruz. Ne diyebilirim ki, hayat…
Hayatımda çok farklı insanlar tanıdım… Salağını,
mazoşistini, sadistini, uyuşturucuya meraklı olanı, pişman olanı, seveni,
hayattan nefret edeni, duygusal takılanı, kütük olanı tanıdım. Ama en kötüsü
popülerlik için kendi benliğini satan insanlar görmüş olmam. Sadece biriyle
alay ederek popüler olabileceğini zanneden, club club takılınca kendini bir şey
zanneden, artist ve seksi pozlarla bir yere gelebileceğini zanneden insanlardan
bahsediyorum. Dediğim gibi belki de içlerinden en kötüsü bu gruptu. Çünkü onlar
duygunun ne demek olduğunu unutmuş, sevmenin, hissetmenin, gülmenin, ağlamanın
ne bileyim geğirdikten sonraki o rahatlamayı ve kendine gülme hissini unutmuş
ve sadece bunları çok iyi biliyormuş gibi rol oynamaya başlamışlar. Hep merak
etmişimdir; bu insanlar gerçekte nasıl insanlar diye… Hele o insanların
“Ferrari’ye binerken otobüse binenleri gördüğümde ağlıyorum.” Demesi ayrı bir
saçmalık! O yüzden herkese insan olarak davrandığım pek söylenemez. Kimisine
aileden bile olsa hak ettiği için kötü, kimisine de belki de bir yabancıya
sadece hak ettiği için gerçekten iyi davranıyorum. Buradaki iyi ve kötü
davranışlar onların hayatlarındaki yaptığı şeyler değil, bana karşı yaptıkları
şeyler…
Delileri severim, fazlasıyla severim hem de. Çünkü hayatta
bir tek onlar farklıdır, bir tek gerçekten onlar saftır. Artık günümüz
çocuklarının bile saflık dönemi bitmiş, Barbie’lerle Ken’leri öpüştüren ve
seviştiren kızlar, ellerinde silahlarla dünyanın en büyük terörist olduğuna
inanan çocuklar varken artık çocuklara saf diyemeyiz. O yüzden bu dünyada saf
diyebildiğim bir tek deliler kalıyor. Artık 12 yaşındaki bir çocuğun merakı
uyuşturucu ve ya nasıl öpüştüğünü merak etmekse desenize dünyamız kötüleşiyor
değil, kötüleşmiş bile. Ya bu hayatta biz körüz, ya da “biz körüz, görmüyoruz.”
Yalanlarını çok iyi beceriyoruz. Ne diyebiliriz ki? Hayat, öyle değil mi?
Ben size yanıtı söyleyeyim; Çoooook güzel rol oynamaktayız.
Sadece toplum bize “kötü” lakabını takmasın diye yaptığımız rollerin haddi
hesabı yok. Sonrada birçok insan sahneye çıkmaya korkar, yahu bırak hayat zaten
bir sahne. Ve orada sen rollerini çok iyi oynuyorsun. Sadece yalanlarla,
kendini din, örf ve adetler için satmaya, susmaya ve elinde kırbaç olan birini
gördüğümüzde herkes gibi eğilmeye devam ediyoruz. Ama biride eğilmek yerine
doğrulmuyor ki bu hayatta. Sırf kocasını seviyor diye kızının hayatından
vazgeçen bir anne gibi. Bu nasıl anneliktir, bu nasıl bir eğilmedir hala anlam
veremiyorum… Ve ben biliyorum ki her ne yaşarsam yaşayayım, her ne olursa olsun
1 Tanrı’nın kulu bile beni yıkamayacak. Çünkü güçlü olmak zorundayız, yoksa
boyun eğip daha ne kadar kıça şaplak, göte kırbaç yeriz bilemiyorum. Ve benim
gibi az da olsa böyle insanların olduğunu bilmek hoşuma gidiyor, çünkü beni
rahatlatıyor. Belki de tikijanlar gün geçtikçe azalır, çocuğunun üzerinde
sigara söndüren anneler oğullarından ve ya kızlarından af diler. Ne bileyim
belki de insanlar trip yapmak yerine, gurur yapmak yerine artık gerçek
düşüncelerini söylerler. Belki hayat daha güzel bir yer olur, ya da bu şuan ki
kötü dediğimiz hayatı da arıyor olabiliriz. O yüzden yaşadıklarımızın, anılarımızın
kıymetini de iyi bilmemiz gerekir. Ve ben NE DİYEBİLİRİM Kİ? Sadece HAYAT…