11 Mart 2012 Pazar

Diyetimi Bozdum Hissi


Bugün ki konumuz aşk ve kavramları değil, bilerek yanlışlık yapma hissi...
Ben buna "Diyetimi bozdum hissi" diyorum. Hayatında bir kereliğine bile olsa diyet yapmış biri beni çok iyi anlayacaktır. Çünkü diyetteyken ve son sürat kararlılıkta ilerlerken, hiçbir sebep olmaksızın; kendinizi buzdolabında bulmanızın hissidir. Her şeye saldırırken ki verdiği rahatlık ve huzur ama bir yandan da pişmanlık veren bir histir. İşte bu his sadece diyette değil hayatımızın her yerinde olabilmekte. Bir ilişki yaşarken, aile hayatında, yaptığımız davranışlarımızda çok fazla var. Bu biraz beyin mıncıklaştıran bir durum değil mi?
Bu his sizi birazcık cezbeder, kabul edin. Cezbeder!
 Ama sonrasında ısırgan otunu yemiş gibi bir hale gelirsiniz.
Ben kadınların diyetini bozarken orgazm yaşadıklarına inanırım. Gözü döner çünkü, çikolatalı pastalar, aklınıza gelebilecek her şeyi yeme potansiyeline sahip insanlardır onlar. Ben turşunun üzerine ketçap mayonez sıkıp açma ile yiyeni bile gördüm (evet o benim.). Amaa velakin yediği kalorileri düşününce o verdiği üzüntü kötüdür, hem buzdolabında yakalanma riski vardır hem de bir anda ısırgan otu yemiş gibi olur. Bu güzel hazın verdiği yıkım yine üzer o hatunu.
Ama söyleyin kadın ya da erkek, bizde buna benzer şeyler yaşamıyor muyuz?
Ben söyleyeyim; yaşıyoruz!
Böyle kötü bir şeyi söylemek istemezdim ama burnunu karıştırdığın gibi ya da sanki hiç tuvalete çıkmıyormuş gibi davranmanın yanı sırasında bu "diyetimi bozdum hissi" duygusunu da inkâr etmemek gerekir. İnsan ırkından geliyoruz işte. Hepimiz yapıyoruz birkaç hataCIK. Çikolata yerken yakalanan şeker hastası, canlı yayında pırtlayan Bülent Ersoy, kamera karşısında soyunan bir kızın vicdan azabı, sevdiği kıza gül veren ama kızın reddettiği çocuk gibi değil miyiz? Belki bu örnekleri yaşamışsınızdır belki de daha kötülerini yaşamışsınızdır. Beni sadece ilgilendiren durum bu olayları kabullenmekten geçiyor. İnan kabullendikten sonraya rahatlayacaksın...
İç sesimize isimler takarız, bazen de onun varlığından kaçınırız. Şahsen ben iç sesimi kabullenmiş ve ona bir isim bile takmış durumdayım. Sanırım bu sizin de yaşadığınız içsel karmaşa canınızı sıkıyordur. Biz buna bilindik bir tabirle tanımlıyoruz, beyin ile kalp(hissiyat) çatışması diyoruz hep. Ama aslında öyle değildir. Orijinali Ceren ve Mediha çatışmasıdır ve ya Kemal ile Cem'in. Ne derseniz deyin yine de o üzüntünün kaynağı kalbiniz değil, içinizdeki sesinizdir. Çünkü size doğruları söyler. Çuvallamak kötü bir şeydir ama çuvallamaktan daha da kötü bir şey varsa; çuvalladığınızı anlayıp onu tek başınıza saklamaya çalışmanızdır.
Ahh birde en büyük ikinci hatalardan biriside "Keşke" ya da "Acaba" demektir aslında. "Acaba evlenmeseydim?" dediğinizde kocanız sizin gözünüzde bir anda biter. "Keşke diyetime uysaydım" dediğinizde ise iş işten geçmiştir bile. Bu ölen birinin mezarına gidip "Nefes alsaydı yeterliydi be." demeniz kadar saçmadır.
Yaşanılan acı travmalara ve diyetimi bozdum hissine karşı tek bir açıklamam var;
S*ktir et be kardeşim!
Evet yaptın bir hata, Adem ile Havva bile yaptı hata! Hatta insan ırkının tek özelliği hata yapmalarıdır. Her koyun/kuzu kendi bacağından asılır derim, "boşlukta kalanlar" tek kişidir derim ama o da fasa fisodur. Bu hayatta asla yalnız kalmazsınız. İsteseniz de istemeseniz de bir iç sesiniz olacaktır. Sadece bazen (HER ZAMAN DEĞİL!) onun sözlerine güvenin. Bırakın size f*hişe ya da p*zevenk desin. Çünkü iyiliğinizi düşünen tek kişi yine kendinizdir. Sözler konusunda atalarımız çok başarılıdır. Her türlü olaya karşı sözleri mevcuttur. Atalarımızın sözlerini ciddiye almakta fayda var. (Evde saman saklamaya çalışmayın da) Bende bu blog yazısını atalarımızın sözüyle bitireyim de yaramıza tuz bassın, atalarımız demiş; Dost acı söyler!